İÇİNDEKİLER
-
GİRİŞ
-
AŞIRI YARARLANMA
-
GABİNDE OBJEKTİF UNSUR
-
GABİNDE SUBJEKTİF UNSUR
-
DENEYİMSİZLİK
-
DÜŞÜNCESİZLİK
-
ZOR DURUMDA KALMA
-
-
AŞIRI İFA GÜÇLÜĞÜ
-
AŞIRI YARARLANMANIN VE AŞIRI İFA GÜÇLÜĞÜ İLE FARKI
-
GAYRİMENKUL SATIŞ VAADİ SÖZLEŞMESİ NEDENİYLE TAPU İPTAL VE TESCİL DAVASININ ŞARTLARI
-
ECRİMİSİL
-
SONUÇ
Detaylı Bilgi Almak İçin Lütfen İletişime Geçin!
Hızlı ve Güvenilir Hizmet!
Tanıma Tenfiz kurumu ile yabancı mahkemelerden alınan boşanma kararları Türkiye’de nasıl uygulanır!?
Tanıma Tenfiz ile yabancı mahkeme kararlarının Türkiye’de Uygulaması hakkında detaylı bilgi için iletişime geçin!
Tanıma Tenfiz Yolu
1. GİRİŞ
Aşırı yararlanma Türk Borçlar Kanunu madde 28’de yer bulan, sözleşme özgürlüğü ilkesine getirilen bir sınırlamadır. Aşırı yararlanma, sözleşmenin zayıf tarafına çeşitli haklar tanımaktadır. Bu haklar, sözleşme ile bağlı olmadığını bildirme hakkı veya sözleşmeyi adil bir dengeye kavuşturma hakkı olarak sıralanabilecektir. Çalışmamız kapsamında, aşırı yararlanmanın hukuki niteliği, benzer hukuki kavramlardan farkları, oluşması için aranan unsurlar, hüküm ve sonuçları ele alınacaktır.
2. AŞIRI YARARLANMA
Sözleşmenin özgürlüğüne karşın taraflardan birinin diğerinin zayıflığını istismar ederek edimler arasında aşırı değer farkı yaratarak onu sömürmesine gabin yani aşırı yararlanma denilmektedir.
TBK 28:
“Bir sözleşmede karşılıklı edimler arasında açık bir oransızlık varsa, bu oransızlık, zarar görenin zor durumda kalmasından veya düşüncesizliğinden ya da deneyimsizliğinden yararlanılmak suretiyle gerçekleştirdiği takdirde, zarar gören, durumun özelliğine göre ya sözleşme ile bağlı olmadığını diğer tarafa bildirerek edimin geri verilmesini ya da sözleşmeye bağlı kalarak edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini isteyebilir.”
Gabinin varlığından bahsedebilmemiz için bazı şartların gerçekleşmesi gerekir;
- Yapılan sözleşme ile borçlanılan karşılıklı edimlerinin birbirinden açık bir şekilde farklı olması gerekir. Bu farkın tespiti hakimin takdir yetkisindedir.
- Zarar gören taraf diğer tarafa oranla zayıf durumda bulunmalıdır. Yani kişinin bilgisizliği, tecrübesizliği veya zor durumundan aşırı yararlanma söz konusu olmalıdır.
- Zarar verenin diğer tarafı sömürme kastı olmalıdır. Zarar veren zarar görenin özel durumunu bilmeli ve bu durumdan bilerek yararlanmalıdır.
Aşırı yararlanma söz konusu olan sözleşme baştan itibaren geçerlidir, ancak sözleşme kanunda tanımlanan hakkın süresi içerisinde kullanılmasıyla baştan itibaren geçersiz hale gelmektedir. Diğer bir ifadeyle burada “bozulabilir geçerlilik” söz konusudur.
Zarar gören bu hakkını, düşüncesizlik veya deneyimsizliğini öğrendiği, zor durumda kalmada ise bu durumun ortadan kalktığı tarihten başlayarak bir yıl ve her halde sözleşmenin kurulduğu tarihten başlayarak beş yıl içinde kullanabilir. Tek taraflı bir beyanla bu hak kullanılmaktadır, dava açılmasına gerek yoktur. Hak düşürücü süre olması sebebiyle hakim tarafından kendiliğinden göz önünde bulunduracaktır.
Yasa koyucu sözleşmenin taraflarına TBK.m.28’de düzenlenen aşırı yararlanma (gabin) müessesesinden yararlanma hakkı vermişse de bu iddianın dinlenebilmesi için gabinin kümülatif nitelikteki objektif ve subjektif unsurlarının varlığının kanıtlanması gerekir. Bu kapsamda Yargıtay uygulaması ve doktrinde ifade edildiği üzere, aşırı yararlanmanın objektif unsuru olan edimler arası açık oransızlık mevcutsa ve fakat sübjektif unsurdan en az birisi mevcut değilse, edimler arası açık oransızlık tek başına gabin iddiasının kanıtlanmasına yetmez (Prof.Dr.Mustafa Alper GÜMÜŞ, Borçlar Hukukunun Genel Hükümleri, 1.Baskı, Ankara 2021, s.364).
Sözleşmenin yapıldığı sırada sözleşmeden yararlanan kimse karşı tarafın bu zaafını bilmiyorsa istismardan ve subjektif unsurun mevcudiyetinden söz edilemez. Zira asıl olan sözleşme özgürlüğüdür. Sözleşme özgürlüğü kötüye kullanılmadığı sürece kısıtlanamaması gerekir. Sömüren tarafın istismar kastı bulunmayıp sadece ihmal şeklinde bir kusuru varsa aşırı yararlanmanın subjektif unsuru oluşmaz.” (Yargıtay Onursal Başkanı Eraslan ÖZKAYA, Aşırı Yararlanma (Gabin) Davaları, 4.Baskı, ANKARA 2020, s.36)
Gabinin objektif unsuru incelenirken ise sözleşmenin kurulmasından sonra edimlerin değerlerinde meydana gelen değişiklikler göz önüne alınamayacağı gibi, bir tarafın edime verdiği sübjektif değer de dikkate alınamaz. Yani edim ve karşı edim arasındaki açık oransızlık, sözleşmenin yapıldığı zaman ve yerdeki piyasa pazar, arz ve talep şartlarına göre mevcut olmalıdır. Sonraki oransızlık aşırı yaralanmanın bu unsurunu oluşturamaz.
Yapılan sözleşme ile borçlanılan karşılıklı edimlerinin birbirinden açık bir şekilde farklı olması gerekir. Bu farkın tespiti hakimin takdir yetkisindedir. Zarar gören taraf diğer tarafa oranla zayıf durumda bulunmalıdır. Yani kişinin bilgisizliği, tecrübesizliği veya zor durumundan aşırı yararlanma söz konusu olmalıdır. Zarar verenin diğer tarafı sömürme kastı olmalıdır. Zarar veren zarar görenin özel durumunu bilmeli ve bu durumdan bilerek yararlanmalıdır.
Her sözleşmede edimler arasında tam bir eşitlik ve oranın bulunması mümkün değildir. Bir taraf daha kazançlı çıkabilir. Edimler arasındaki her oransızlık yüzünden sözleşmenin iptali cihetine gidilmesi alışverişteki ve ticari hayattaki emniyeti ve istikrarı ortadan kaldırır. Temel ilke olan sözleşme özgürlüğüne ters düşer. Ticari hayattaki ve alışverişlerde genellikle kar etme amacı güdülür. Zira asıl olan sözleşme özgürlüğüdür. Sözleşme özgürlüğü kötüye kullanılmadığı sürece kısıtlanamaması gerekir.
3. GABİN OBJEKTİF UNSUR
Gabinin objektif unsuru denildiğinde anlaşılması gereken edimler arasındaki oransızlıktır. Kanunda oransızlığın ne şekilde tespit edileceğine dair bir düzenleme bulunmamakla birlikte açık oransızlık tabiriyle herkes tarafından fark edilecek bir oransızlığın kastedildiği açıktır. Yani gabin koşullarını oluşturan oransızlık hiç kimse tarafından inkar edilemeyecek düzeyde fazla olmalıdır. Aksi halde sözleşme serbestisinin içi boşaltılmış olacaktır. Yine gabin değerlendirmesi yapılırken sözleşme tarihi esas alınmalıdır. Yani sözleşmenin kurulduğu tarihteki piyasa değerleri göz önünde bulundurularak sonuca gidilmelidir. Her somut olayın özellikleri farklı olduğundan uyuşmazlıklar yukarıda belirtildiğimiz ölçüler ve emsal sözleşmeler değerlendirilerek hakkaniyete göre çözüme kavuşturulmalıdır.
TBK m. 28 metninde “açık” kelimesinin kullanılması ile oransızlığın göze çarpan nitelikte ve normal bir kişinin dahi bilgi ve tecrübesiyle fark edebileceği düzeyde olması gerektiği vurgulanmıştır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 24.01.1973 tarihli bir kararında, kanunumuzda oransızlığın tespiti adına sabit bir oran belirlenmediği belirtilerek, aşırı oransızlığın tespiti için normal zekalı (vasat) bir kişinin ilk bakışında gözüne çarpacak bir oransızlığın bulunması gerektiği açıklanmıştır. Edimin objektif değerinin tespiti için edimin parasal bir değer taşıyıp taşımadığı, piyasa rayici, edimin piyasaya sunulduğu tarihteki piyasa koşulları dikkate alınmalıdır.
Yargıtay’ın bir diğer kabulüne göre açık oransızlık; edimler arasında %50 lik fark olarak kabul edilir. Olağan koşullar altında ise bir gabinden bahsedebilmemiz için edimler arasında en az %25 fark olması gerekmektedir. Yani orantısızlık kabul edilebilmesi için satış bedeli ile piyasa değeri arasında minimum %25 lik bir orantısızlık farkı olmalıdır.
4. GABİN SÜBJEKTİF UNSUR
Gabinin oluşması için objektif unsurun yanında kanunda sınırlı sayıda sayılan sübjektif unsurlarında bir arada bulunması gereklidir.
Edimler arasındaki nispetsizliğin kaynağı karşı tarafın zor durumundan (müzayaka hali) düşüncesizliğinden veya tecrübesizlik halinden kaynaklanmalıdır. Objektif unsur olan edimler arasındaki oransızlıkla birlikte karşı tarafın zor durumu, düşüncesizliği veya tecrübesizliğinin bir arada bulunduğu durumlarda gabin kurumu gündeme gelecektir.
- Deneyimsizlik
“Tecrübesizlik” aşırı yararlanmalarda bulunması beklenen subjektif unsurlardan birisidir.Aşırı yararlanılanın akdettiği sözleşme konusunda, o sözleşmeyi akdeden normal bir kişiden beklenen, yeterli ve gerekli bilgiye sahip olmaması veya olamaması aranmaktadır. Deneyimsizliğe örnek olarak, sözleşme akdedilen konudaki tecrübesizlik, kişinin farklı kültürde, dilde veya daha önce içinde bulunmadığı bir ortamda bilmediği bir konuda akdettiği sözleşmede içinde bulunduğu durum verilebilecektir
- Düşüncesizlik
Aşırı yararlanılan kişinin sözleşmeyi akdederken göstermesi gereken özen ve önemi göstermemiş olması, sonuçlarını değerlendirmeden adım atması, kişinin düşüncesizliği ile ilgili sözleşmeyi akdettiği sonucuna ulaşılmasını sağlamaktadır . Düşüncesizlik terimi yerine Yargıtay kararlarında, “hafiflik”, “acemilik” ve “toyluk” terimleri de benimsenmiştir.kişinin yaptığı sözleşme üzerinde yeteri kadar düşünmemesi bu halin oluşmasına neden olmaktadır, yoksa kişinin genel davranışının hafif meşrep olması beklenmemektedir.
- Zor Durumda Kalma
Aşırı yararlanılan kişinin sözleşmeyi akdettiği sırada önemli ölçüde sıkıntı içerisinde ve çaresiz bir durumda olması içinde bulunduğu bu halin sözleşmeyi mevcut şartları ile imzalamasına sebep olması gerekmektedir.Sözleşme tarafı, içinde bulunduğu zor durumdan kurtulmak adına tek çarenin bahse konu sözleşmeyi yapmak olduğu bilincinde olması beklenmektedir.
Ekonomik piyasanın genel olarak kötü bir durumda olması, dengesiz bir piyasanın hakim olması ya da piyasadaki mal veya hizmetin normale kıyasla dönemin koşulları gereği yüksek bir bedelle satılması vb. hallerde yapılan sözleşmenin piyasa nedeniyle bir tarafın aleyhine hüküm ve sonuç doğuracak olması, o sözleşme hakkında doğrudan aşırı yararlanmaya dayanılmasını gerektirmeyecektir.
Doktrinde bir kısım yazarlar subjektif ve objektif unsurlar haricinde üçüncü bir unsur olarak aşırı yararlanma kastının mevcudiyetinden bahsetmektedirler . Yargıtay bu görüşe katılmakla birlikte aşırı yararlanma kastını üçüncü bir unsur olarak değil, aşırı yararlanan kişide bulunması gereken subjektif unsur olarak değerlendirmektedir.
Bir sözleşmede aşırı yararlanmanın mevcut olabilmesi için, edimler arası açık oransızlığın bulunması, aşırı yararlanılan kişi hakkında sayılan subjektif sebeplerden en az birinin oluşması ve son olarak aşırı yararlananda aşırı yararlanma kastı bulunması gereklidir. Tüm unsurların sözleşmenin imzalandığı sırada bir arada mevcut olması gereklidir.
3 halin de karşı tarafça biliniyor olması gereklidir. Eğer karşı taraf bu özel durumları bilmiyor ise sömürme kastından bahsedilemeyeceğinden gabin şartları da oluşmayacaktır.
Yargıtay’ın görüşü, “bozulabilir geçerlilik” olarak adlandırılmakta ve sözleşmenin baştan itibaren geçerli olduğu, ancak aşırı yararlanılan iptal hakkını kullanırsa geçersiz hale geleceği açıklanmaktadır. İptalin sonucu olarak sözleşmenin geçmişe etkili olarak, baştan itibaren geçersiz olacağı açıklanmıştır.
YARGITAY 1.Hukuk Dairesini 2018/2254 E. 2018/11408 K. sayılı kararında:
Aşırı yararlanmadan (gabinden) söz edilebilmesi, objektif unsur olan edimler arasındaki aşırı oransızlık yanında, bir tarafın darda kalma, tecrübesizlik, düşüncesizlik (hafiflik) hallerinin bulunması, diğer yanın ise yararlanmak, sömürmek kastını taşıması biçiminde iki sübjektif unsurun dahi gerçekleşmesine bağlıdır. Gabinin varlığı zarar görene (sömürülene), düşüncesizlik veya deneyimsizliğin öğrenildiği; zor durumda kalmada ise, bu durumun ortadan kalktığı tarihten başlayarak bir yıl ve herhâlde sözleşmenin kurulduğu tarihten başlayarak beş yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirerek iptal davası açıp iddiasını her türlü delille kanıtlama ve verdiğini geri isteme hakkı ya da sözleşmeye bağlı kalarak edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini isteme hakkı verir. |
5. AŞIRI İFA GÜÇLÜĞÜ
Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.
Bu madde hükmü yabancı para borçlarında da uygulanır.”
Sözleşme yapıldığında karşılıklı edimler arasında mevcut olan denge sonradan şartların olağanüstü değişmesiyle büyük ölçüde tarafların biri aleyhine katlanılamayacak derecede bozulabilir. İşte bu durumda sözleşmeye bağlılık ve sözleşme adaleti ilkeleri arasında bir çelişki ortaya çıkar ve artık bu ilkeye sıkı sıkıya bağlı kalmak adalet, hakkaniyet ve objektif iyiniyet (M.K. md.4,2) kurallarına aykırı bir durum yaratır hale gelir.
TBK m. 138 hükmüne göre; sözleşme taraflarından birinin hakime yapacağı başvuru üzerine talep doğrultusunda bir karar verilebilmesi için aşağıdaki şartlar bulunmalıdır.
1) Sözleşme kurulduktan sonra, tarafların edimleri arasındaki denge, borçludan sonuçları yüklenmesi istenemeyecek kadar büyük ölçüde bozulmuş olmalıdır. Şayet aşırı ifa güçlüğü sözleşme kurulduğu sırada da mevcut olup sadece taraflarca bilinmiyorsa, bu TBK m. 138 hükümlerine değil, şartları varsa yanılma (TBK m. 30 vd.) hükümlerine göre iptale konu olabilir. Sonradan ortaya çıkan ifa güçlüğünün, mutlaka borçlunun ekonomik olarak mahvına veya ağır zararına yol açacak olması gerekmez. Maddede, “kendisinden ifanın istenmesinin dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir” olması yeterli görülmüştür. Elbette bu değerlendirmede, karşı tarafın durumu da göz önüne alınacaktır.
2) Edimlerin dengesindeki değişiklik sözleşme yapılırken öngörülemeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen (Savaş, ekonomik kriz, devalüasyon, tabii afetler, ithal ve ihraç konusunda getirilen yasak ve tahditler gibi) olağanüstü bir durumdan ileri gelmelidir. Bu husus da “Emprevizyon” olarak ifade edilebilir. Maddede her ne kadar “taraflarca öngörülmeyen” denmişse de, olağanüstü olgunun sözleşme kurulurken sadece aşırı ifa güçlüğüne düşen taraf açısından öngörülemez olması yeterli sayılmalıdır. Aşırı ifa güçlüğüne düşenin bu durumu sözleşme yapılırken öngörmediğini ispat etmesi yetmez, bu durum onun için “öngörülmesi beklenemez” olmalıdır. Kendi özensizliği veya dikkatsizliği sebebiyle bu olguyu öngörememişse, 138. maddeden yararlanamayacaktır.
3) Aşırı ifa güçlüğü yaratan olgu borçludan kaynaklanmamalıdır. Olgunun kendisinin borçludan kaynaklanmaması yanında, bunun aşırı ifa güçlüğü yaratması da borçludan kaynaklanmamalıdır.
4) Edimler henüz ifa edilmemiş olmalıdır. Kural olarak ifada bulunduktan sonra aşırı ifa güçlüğünden söz ederek uyarlama veya sözleşmeden dönme yollarına başvurulamaz. Ancak, borçlu doğan haklarını saklı tutarak ifada bulunmuşsa, ifadan sonra da bu haklarını kullanabilecektir. Bu takdirde, uyarlamanın sonucuna göre veya sözleşmeden dönme halinde, ifa etmiş bulunduğu edimi sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre kısmen veya tamamen geri isteyebilecektir.
TBK’nın 138. maddesi uyarınca bu şartlar gerçekleştiğinde, önce hakimden uyarlama talep edilmesi gerecektir. Uyarlama edim yükümünün azaltılması veya karşı edimin arttırılması şeklinde yapılabileceği gibi, vadelerin veya ifa tarzının değiştirilmesi gibi hakimin uygun bulacağı her şekilde yapılabilir.
YARGITAY 13. Hukuk Dairesinin 13.06.2014 tarihli 2013/16898 E. 2014/18895 K. sayılı kararında:
DAVA : Taraflar arasındaki sözleşmenin uyarlanması davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün davacı avukatınca duruşmalı olarak temyiz edilmesi KARAR : Davacı, davalı bankadan İsviçre Frankına endeksli konut kredisi kullandığını, ancak kurlardaki artış nedeniyle taksitlerin yükselme gösterdiğini, borcun ödenmesinin imkansız hale geldiğini ileri sürerek, öncelikle 4077 sayılı yasanın 10/b maddesi gereğince sözleşme öncesi bilgi formu verilmediğinden sözleşmenin geçersiz olduğunun tespitine, bu talep yerinde görülmez ise sözleşmenin değişen koşullara uyarlanmasını istenmiştir. Hukukumuzda sözleşmeye bağlılık (Ahde Vefa-Pacta Sund Servanda) ve sözleşme serbestliği ilkeleri kabul edilmiştir. Bu ilkelere göre, sözleşme yapıldığı andaki gibi aynen uygulanmalıdır. Eş söyleyişle, sözleşme koşulları borçlu için sonradan ağırlaşmış, edimler dengesi sonradan çıkan olaylar nedeni ile değişmiş olsa bile, borçlu sözleşmedeki edimini aynen ifa etmelidir. Gerçekten de sözleşmeye bağlılık ilkesi, hukuki güvenlik, doğruluk, dürüstlük kuralının bir gereği olarak sözleşme hukukunun temel ilkesini oluşturmaktadır. Ancak bu ilke, özel hukukun diğer ilkeleriyle sınırlandırılmıştır. Sözleşme yapıldığında karşılıklı edimler arasında mevcut olan denge sonradan şartların olağanüstü değişmesiyle büyük ölçüde tarafların biri aleyhine katlanılamayacak derecede bozulabilir. İşte bu durumda sözleşmeye bağlılık ve sözleşme adaleti ilkeleri arasında bir çelişki ortaya çıkar ve artık bu ilkeye sıkı sıkıya bağlı kalmak adalet, hakkaniyet ve objektif iyiniyet (M.K. md.4,2) kurallarına aykırı bir durum yaratır hale gelir. Hukukta bu zıtlık (Clausula Rebüs Sic Stantibus-Beklenmeyen hal şartı-sözleşmenin değişen şartlara uydurulması) ilkesi ile giderilmeye çalışılmaktadır. Tarafların iradelerini etkileyip sözleşmeyi yapmalarına neden olan şartlar daha sonra çok önemli surette, çarpıcı ve öngörülemez biçimde adaletsizliğe yol açan olayların gerçekleşmesi ile değişmişse, taraflar artık o akitle bağlı tutulmazlar. Değişen bu koşullar karşısında M.K. 2.maddesinden yararlanılarak sözleşmenin yeniden düzenlenmesi zorunluluğu doğar. Sözleşmenin edimleri arasındaki dengeyi bozan olağanüstü hallere harp, ülkeyi sarsan ciddi ekonomik krizler, enflasyon grafiğindeki ani ve aşırı yükselmeler, şok devalüasyon, para değerinin önemli ölçüde düşmesi gibi, sözleşmeye bağlılığın beklenemeyeceği durumlar örnek olarak gösterilebilir. Karşılıklı sözleşmelerde edimler arasındaki dengenin olağanüstü değişimler yüzünden alt üst olması, borcun ifasının önemli ölçüde güçleşmesi durumunda “İŞLEM TEMELİNİN ÇÖKMESİ” gündeme gelir. İşte bu durumda hakim, somut olayın verilerine göre alacaklı yararına borçlunun edimini yükseltmeye veya borçlu yararına onun tamamen veya kısmen edim yükümlülüğünden kurtulmasına karar verilebilir ve sözleşmeye müdahale ederek sözleşmeyi değişen koşullara uyarlar. Sözleşmenin yeni durumlara uyarlanması yapılırken önce sözleşmede, daha sonra kanunda bu hususta intibak hükümlerinin bulunup bulunmadığına bakılır. Sözleşmede ve kanunda hüküm bulunmadığı takdirde sözleşmenin değişen hal ve şartlara uydurulmasının gerekip gerekmeyeceği incelenir. Bazen de sözleşmede olumlu ve olumsuz intibak kaydı bulunmakla beraber, bu kayda dayanılarak sözleşmenin kayıtla birlikte aynen uygulanmasını talep etmek MK.md.2/2 hükmü anlamında hakkın kötüye kullanılması anlamına gelebilir. Böyle bir durumda sözleşmedeki intibak kaydına rağmen edimler arasında aşırı bir nispetsizlik çıkmışsa uyarlama yine yapılmalıdır. İşlem temelinin çöküşüne ilişkin uyuşmazlıkların giderilmesinde kaynak olarak M.K.’nun 1,2 ve 4.maddelerinden yararlanılacaktır. İşlem temelinin çöktüğünün dikkate alınması dürüstlük kuralının gereğidir. Diğer bir anlatımla durumun değişmesi halinde sözleşmede ısrar etmek dürüstlük kuralına aykırı bir tutum olur. Değişen durumların, sözleşmede kendiliğinden bulunan sözleşme adaletini bozması halinde, taraflar öngörülemeyen bu haller için bir tedbir almadıklarından, sözleşmede bir boşluk vardır. Bu boşluk sözleşmenin anlamına ve taraf iradelerine önem verilerek yorum yolu ile ve dürüstlük kuralına uygun olarak doldurulur. (M.K.md. 1) Bu yönteme sözleşmenin yorum yoluyla düzeltilmesi veya değişen hal ve şartlara uyarlanması denilir. Uyarlama daha çok uzun ve sürekli borç ilişkilerinde söz konusu olur. Sözleşmeye müdahale için, gerekli koşullara gelince; Sözleşme kurulduktan sonra ifası sırasında ortaya çıkan olaylar olağanüstü ve objektif nitelikte olmalıdır. Yine değişen hal ve şartlar nedeni ile tarafların yüklendikleri edimler arasındaki denge aşırı ölçüde ve açık biçimde bozulmuş olmalıdır. Uyarlama isteyen davacı fevkalade hal ve şartların ortaya çıkmasına kendi kusuru ile sebebiyet vermemelidir. Değişen hal ve şartlar taraflar bakımından önceden öngörülebilir; beklenebilir; olağan ve hesaba katılabilen nitelikte olmamalı veya olaylar, öngörülebilir olmakla beraber bunların sözleşmeye etkileri kapsam ve biçim bakımından bu derece tahmin edilmemelidir. (Bkz. Doç.Dr.İbrahim Kaplan Hakimin Sözleşmeye Müdahalesi Ankara-1987 sh.152.- vd; Hatemi/SEROZAN/Arpacı Borçlar Hukuku Özel Bölüm 1992 sh., 186 vd). Yukarıda da değinildiği gibi, şayet bir borcun ifası imkansızlaşmış olmamakla beraber, borçlunun sorumlu olmadığı sebeplerle aşırı derecede güçleşmiş ise, bu durumun borç ilişkisine ne gibi bir etki yapacağı hususunda 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda bir hüküm bulunmamaktaydı. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda ise bu hususta genel bir düzenleme yer almaktadır. TBK m. 138 hükmü, “Aşırı İfa Güçlüğü” kenar başlığı altında, sözleşmenin kurulmasından sonra ortaya çıkan bazı durumların sözleşmenin uyarlanması veya sona erdirilmesi sebebi oluşturacağını düzenlemiştir. TBK m. 138 hükmüne göre; sözleşme taraflarından birinin hakime yapacağı başvuru üzerine talep doğrultusunda bir karar verilebilmesi için aşağıdaki şartlar bulunmalıdır. 1) Sözleşme kurulduktan sonra, tarafların edimleri arasındaki denge, borçludan sonuçları yüklenmesi istenemeyecek kadar büyük ölçüde bozulmuş olmalıdır. Şayet aşırı ifa güçlüğü sözleşme kurulduğu sırada da mevcut olup sadece taraflarca bilinmiyorsa, bu TBK m. 138 hükümlerine değil, şartları varsa yanılma (TBK m. 30 vd.) hükümlerine göre iptale konu olabilir. Sonradan ortaya çıkan ifa güçlüğünün, mutlaka borçlunun ekonomik olarak mahvına veya ağır zararına yol açacak olması gerekmez. Maddede, “kendisinden ifanın istenmesinin dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir” olması yeterli görülmüştür. Elbette bu değerlendirmede, karşı tarafın durumu da göz önüne alınacaktır. 2) Edimlerin dengesindeki değişiklik sözleşme yapılırken öngörülemeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen (Savaş, ekonomik kriz, devalüasyon, tabii afetler, ithal ve ihraç konusunda getirilen yasak ve tahditler gibi) olağanüstü bir durumdan ileri gelmelidir. Bu husus da “Emprevizyon” olarak ifade edilebilir. Maddede her ne kadar “taraflarca öngörülmeyen” denmişse de, olağanüstü olgunun sözleşme kurulurken sadece aşırı ifa güçlüğüne düşen taraf açısından öngörülemez olması yeterli sayılmalıdır. Aşırı ifa güçlüğüne düşenin bu durumu sözleşme yapılırken öngörmediğini ispat etmesi yetmez, bu durum onun için “öngörülmesi beklenemez” olmalıdır. Kendi özensizliği veya dikkatsizliği sebebiyle bu olguyu öngörememişse, 138. maddeden yararlanamayacaktır. 3) Aşırı ifa güçlüğü yaratan olgu borçludan kaynaklanmamalıdır. Olgunun kendisinin borçludan kaynaklanmaması yanında, bunun aşırı ifa güçlüğü yaratması da borçludan kaynaklanmamalıdır. 4) Edimler henüz ifa edilmemiş olmalıdır. Kural olarak ifada bulunduktan sonra aşırı ifa güçlüğünden söz ederek uyarlama veya sözleşmeden dönme yollarına başvurulamaz. Ancak, borçlu doğan haklarını saklı tutarak ifada bulunmuşsa, ifadan sonra da bu haklarını kullanabilecektir. Bu takdirde, uyarlamanın sonucuna göre veya sözleşmeden dönme halinde, ifa etmiş bulunduğu edimi sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre kısmen veya tamamen geri isteyebilecektir. T.B.K.nın 138. maddesi uyarınca bu şartlar gerçekleştiğinde, önce hakimden uyarlama talep edilmesi gerekecektir. Uyarlama edim yükümünün azaltılması veya karşı edimin arttırılması şeklinde yapılabileceği gibi, vadelerin veya ifa tarzının değiştirilmesi gibi hakimin uygun bulacağı her şekilde yapılabilir. Hakim, davacının talebinde öngörmediği bir tarzda uyarlama da yapabilir. Ancak borç uyarlamaya uygun değilse veya ifa güçlüğünü katlanır kılacak herhangi bir uyarlama bu kez karşı taraf açısından katlanması beklenilmez bir durum yaratıyorsa, borçlu ancak bu şartla sözleşmeden dönme hakkını kullanabilecektir. Öte yandan, maddenin son fıkrasında aynen; “Bu madde hükmü yabancı para borçlarında da uygulanır.” hükmü getirilmiştir. Böylece dövize endeksli borçlanmalarda da bu madde hükmünün uygulanacağı tereddüte yer vermeyecek açıklıkta kabul edilmiştir. Bu açıklamalar ışığında somut olayın irdelenmesine gelince; Yukarıda anlatılanlardan da anlaşılacağı üzere talep halinde, sözleşme şartlarının bir taraf aleyhine, öngörülemez şekilde, aşırı derece değişmesi durumunda hakime sözleşmeye müdahale etme görevi yüklenmiştir. |
6. AŞIRI YARARLANMANIN VE AŞIRI İFA GÜÇLÜĞÜ İLE FARKI
Aşırı yararlanmada edimler arasındaki açık oransızlık sözleşmenin kuruluşu anında mevcut olması gerekmekte ise de uyarlamada taraf iradeleri haricinde gelişen, öngörülemeyen nedenler sözleşmenin kurulmasından sonra dengesizliğe sebep olmaktadır. Kanun koyucunun aşırı yararlanma ile engellemek istediği husus, edimler arası dengesizliğin varlığını oluşturan aşırı yararlanma kastının önüne geçilmesidir. Aşırı ifa güçlüğü hallerinde taraf iradeleri haricinde bir dengesizlik meydana gelir. Sözleşmenin kuruluşundan sonra ortaya çıkan olaylarda, bu durumu yaratan sebep sözleşmenin başında mevcut olmadığı için aşırı ifa güçlüğüne yol açan ve uyarlama ya da işlem temelinin çökmesi hukuki sonuçlarının uygulanabileceğinden bahsedebilmek mümkünse de aşırı yararlanmadan bahsedebilmek mümkün olmayacaktır.
7. GAYRİMENKUL SATIŞ VAADİ SÖZLEŞMESİ NEDENİYLE TAPU İPTAL VE TESCİL DAVASININ ŞARTLARI
Geçerli bir taşınmaz satış vaadi sözleşmesi bulunmalıdır: Hukukumuzda taşınmazların aynına ilişkin hukuki işlemlerde illilik ilkesi mevcuttur. İllilik ilkesi nedeniyle taşınmazın aynına dair değişikliklerin geçerli olabilmesi için değişikliğe neden olan hukuki işleminde hukuka uygun, geçerli bir işlem olması gerekir. Taşınmaz satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptal ve tescil davasının ikame edilebilmesi için hukuka uygun geçerli bir taşınmaz satış vaadi sözleşmesi bulunmalıdır.
Vaat borçlusu temerrüde düşmüş olmalıdır: Sözleşme ile taşınmazın devredileceği tarih belirlenmiş ise taşınmaz malikinin temerrüdü için ayrıca bir ihtarda bulunulmasına gerek bulunmamaktadır. Ancak taşınmazın devir tarihi net olarak belirlenmemiş ise bu durumda vaat alacaklısının taşınmaz malikine ihtarda bulunması ve borcun ifasını talep etmesi gerekir. İhtar ile borcun ifası için uygun bir süre verilecek ve bu süre içinde taşınmazın devredilmemesi halinde artık vaat borçlusunun temerrüdü gerçekleşecektir.
Vaat borçlusu sözleşmeye konu taşınmazın tapuda kayıtlı maliki olmalıdır: Tapu iptal ve tescil davası tapuda kayıtlı bulunmayan malike karşı açılamaz. Davanın açılabilmesi için satış vaadinde bulunan kimsenin aynı zamanda davaya konu taşınmazın da maliki olması gerekir.
İfa olanağı bulunmalıdır: Tapu iptal ve tescil davası açılabilmesi için borcun ifasının mümkün olması gerekir. Şayet sözleşmeye konu taşınmazın herhangi bir nedenle devri mümkün değilse bu halde tapunun devri talep edilemeyecektir. Bu durumda vaat alacaklısının tazminat talep etme hakkı saklıdır. İfa olanağının bulunmaması birçok nedenle bulunmayabilir.
Vaat alacaklısı satış bedelini ödemiş olmalıdır: Taşınmaz satış vaadi sözleşmesi her iki tarafa borç yükleyen bir sözleşmedir. Vaat alacaklısının borcu ise taşınmazın belirlenen satış bedelini ödemektir. Taşınmaz malikince ödemenin kabul edilmemesi, kaçınılması halinde vaat alacaklısı mahkemeye başvurarak satış bedelini, mahkemece belirlenecek yere depo etmelidir. Aksi halde taşınmaz maliki satış bedelinin ödenmemiş olmasını gerekçe göstererek ödemezlik def’i ileri sürebilecektir.
Ödemezlik def’i borçlunun, alacaklının borcunu yerine getirmemesi durumunda borcunu yerine getirmeme hakkını kullanmasıdır.
Taşınmaz satış vaadi sözleşmesi zamanaşımı genel zamanaşımı süresi olan 10 yıldır. Zamanaşımının başlangıcı ise borcun muaccel olduğu tarihten itibaren başlamaktadır.
YARGITAY 08.11.2006 tarihli 2006/14-692 E. 2006/702 K. sayılı kararında:
“Uzun yıllar süren yüksek enflasyon ve tarafların satış bedelini sözleşmede bilerek düşük göstermeleri ihtimali nazara alındığında taşınmazın değerinin dava tarihine göre belirlenmesi gerekmektedir. Hâkim yapacağı keşifte dinleyeceği bilirkişilere taşınmazın değerini tespit ettirecektir. Tespit edilen bu değere göre hem mahkemenin görevi tayin edilecek, hem de noksan harç ikmal ettirilecektir. Bu durumda, sözleşmeye müdahaleden de söz edilemeyecektir. Kamu düzeninden olan bu husus tarafların inisiyatifine bırakılmadan, hâkim tarafından re’sen yerine getirilmiş olacaktır.” |
YARGITAY 1. Hukuk Dairesinin 2011/5846 E. 2011/6648 K. sayılı kararında:
YİBBGK nun 10.07.1940 tarih ve 2/77 sayılı kararının varlığı ileri sürülerek, söz konusu harici satış sözleşmesinin taraflarından taşınmazı iade alanın herhangi bir mağduriyeti olmazken, alıcının akit tarihinde verdiği ve fahiş değer kaybına uğrayan paranın aynı miktarda iadesine karar verilmesi adalet ve hakkaniyet kurallarıyla bağdaşmaz . Kaldı ki, sözlük anlamı ile para, Devletçe basılan, üzerinde itibari değeri olan bir ödeme aracı ya da değişim aracıdır. Satış vaadi sözleşmesi tarihinde malın değeri ile karşılığında verilen paranın itibari değeri eşittir. Davacı, davasını bu geçersiz satıştan kısa bir süre sonra açsa idi, aldığı itibari değeri ile malın karşılığı olan parayı vermekle yükümlü idi. Ancak, dava tarihinde taşınmazın değeri artmaya devam etmesine rağmen, paranın değeri yaşanan enflasyonun etkisi ile bir hayli düşmüştür. Bu durumun, menfaatler dengesini aşırı ölçüde sarsacağı açıktır. Sözü edilen YİBK ödenen bedelin iadesini öngörmek olduğuna göre, satış tarihinde alınan paranın itibari değeri ile dava tarihindeki aynı miktar paranın itibari değeri eşit değildir.Ödenmesine karar verilmesi gereken miktar, geçersiz sözleşme yapıldığında davacının aldığı miktara denk gelen, ona yakın bir miktar olmalıdır. Öte yandan, bir an, bir tarafın malı kullandığı, diğer tarafın ise paranın faizinden yararlandığı ve semereler birbirine denk geldiği düşünüldüğünde, ana para sürekli değer kaybederken, taşınmazın değeri sürekli arttığından bu değerlerin birbirine eşit olduğundan söz edilemez. |
YARGITAY 3.Hukuk Dairesinin 2018/1385 E. 2018/3548 K. sayılı kararında:
Bu bakımdan, sebepsiz zenginleşmeye konu alacağın iadesine karar verilirken, taşınmazın satış bedelinin alım gücünün ilk ödeme günündeki alım gücüne ulaştırılması ve bu şekilde iadeye karar verilmesi gerekir. Bu güncelleme yapılırken, güncellemeye esas alınan somut verileri tek tek uygulanarak, ödeme tarihinden ifanın imkânsız hale geldiği tarihe kadar paranın ulaştığı değer her bir dönem için hesaplanmalı, sonra bunların ortalaması alınmalıdır. Başka bir deyişle, denkleştirici adalet kuralı gereğince iadeye karar verilirken, satış bedeli olarak verilen paranın alım gücünün, ifanın imkânsız hale geldiği tarihteki alım gücüne uyarlanması zorunluluğu bulunmaktadır. Satım bedelinin iade tarihindeki ulaştığı bedel belirlenirken ödenen paranın çeşitli ekonomik etkenler nedeniyle azalan alım gücünün enflasyon, ÜFE-TÜFE artış oranları, altın, işçi ücretlerindeki artış ve döviz kurlarındaki artış vs. ortalamaları göz önünde tutulmalıdır. Mahkemece; ödenen satış bedelinin, ifanın imkânsız hale geldiği tarih itibariyle (çeşitli ekonomik etkenlerin ÜFE-TÜFE artış oranları, altın ve döviz kurlarındaki artışlar, memur maaş ve işçi ücretlerindeki artışlar ve benzeri ekonomik göstergelerin ortalamaları alınmak suretiyle (en az beş etken))ulaşacağı alım gücü, yukarıda açıklanan ilke ve esaslar çerçevesinde, uzman bilirkişi heyetinden denetime elverişli rapor alınmak suretiyle belirlenmeli; bu yolla belirlenecek miktara hükmedilmelidir. |
YARGITAY 6.Hukuk Dairesinin 2021/3107 E. 2022/309 K. sayılı kararında:
Yargı organları, çıkarlar dengesini ve adalet duygularını gözeterek toplumun gereksinimlerini karşılamakla yükümlüdür (YHGK’nın 07.02.2001 tarih, 2000/13-1729 Esas, 2001/32 Karar sayılı ilamı). Haksız iktisabın temeli hakkaniyet esasına dayanmaktadır ve sebepsiz zenginleşmenin asıl unsurunu da denkleştirici adalet kuralı oluşturur. Geçerli bir sebebe dayanmaksızın bir kişinin mal varlığından diğerinin mal varlığına kayan değerlerin eksiksiz iadesi denkleştirici adalet düşüncesine dayanır. Denkleştirici adalet ilkesi ise haklı bir sebep olmaksızın başkasının mal varlığından istifade ederek kendi mal varlığını artıran kişinin elde ettiği bu kazanımı geri verme zorunda olduğunu ve gerçek bir eski hale getirme yükümlülüğü bulunduğunu ifade eder. Geçersiz sözleşme gereğince, akdin düzenlendiği tarih itibariyle, verilen paranın aynen iadesine karar verilmesi, enflasyonist yaşam hayatında, büyük adaletsizlikler yaratır. Belirtilen ilkeler ve esaslar uyarınca; hukuken geçersiz sözleşmeler, haksız iktisap kuralları uyarınca tasfiye edilirken, denkleştirici adalet kuralı ve hakkaniyet gözetilerek, sözleşme tarihinde satış bedeli olarak verilen paranın, taşınmazın iadesinin talep edildiği dava tarihi itibariyle enflasyon, tüketici eşya fiyat endeksi, altın ve döviz kurlarındaki artışlar, memur maaş ve işçi ücretlerindeki artışlar gibi çeşitli ekonomik etkenlerin ortalamaları alınmak sureti ile uyarlama sonucu ulaşacağı alım gücü, paranın reel değeri tespit edilerek, bu bedel alıkoymada hükme esas alınmalıdır. Somut olayda; davacı ile yüklenici, 28.12.2015 tarihinde dava konusu taşınmazın 150.000,00 TL bedel ile satılması konusunda satış vaadi sözleşmesi imzalamış olup, davacı sözleşme gereğince 100.000,00 TL ödemiştir. Davacı, dava dilekçesinde sözleşme konusu dairenin tapusunun iptali ile adına tescilini, mümkün olmadığı halde ödenen bedelin dava tarihindeki güncellenmiş tutarının iadesini talep etmiştir. Mahkemece hükme esas alınan raporda; ikinci satış tarihi ifanın imkansızlaştığı tarih olarak kabul edilerek satış bedeli ve ödenen bedelinin oranlanması ile bulunan oran, ikinci satış bedeline uygulanarak sonuca gidilmiştir. Bu hesaplama yukarıda açıklanan yönteme uygun olmadığından hükme esas alınması hatalı olmuştur. SONUÇ: Yukarıda 2. bent uyarınca temyiz itirazlarının kabulü ile Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 5. Hukuk Dairesinin 2020/745 Esas, 2020/1608 Karar sayılı kararının kaldırılmasına |
-
ECRİMİSİL
Ecrimisil, taşınmaz malı kullanma konusunda hak sahibi olan kişinin rızası veya herhangi bir hukuka uygunluk sebebi olmaksızın hakka konu taşınmazın üçüncü bir kişi tarafından kullanılması karşılığında talep edilebilen haksız işgal tazminatı olarak tanımlanabilir.
1- Hak sahibinin zilyetliğinde olan taşınmaz üzerinde haksız işgali gerçekleştiren kişinin kötü niyetli olması
2- Haksız işgal sonucu hak sahibinin zarara uğramış olması
Hak sahibinin rızası baştan itibaren bulunmuyor olabileceği gibi başta gösterilen rızanın geri alınması veya gösterilen rızanın sınırlarının aşılmış olması da söz konusu olabilir.
Evi işgal edilen bir kişinin zararını gidermek için ecrimisil davası açması gerekmektedir. Fakat uygulamada bu dava el atmanın önlenmesi davası ile birlikte talep edilmelidir. Çünkü bu dava açılmaz ise haksız işgale rıza gösterildiği savunması ile karşılaşılabilir. Rıza gösterilmiş dönemden sonrası için ise ecrimisil talep edilemeyecektir.
-
SONUÇ
İlgili davada zannımca aşırı yararlanmanın şartları oluşmamaktadır. Öncelik sözleşme serbestliği ilkesidir ve sözleşmelerde elbet birileri kar zarar eder, ticaretin doğasında vardır bu. Gabinden bahsedilmemiz için objektif ve subjektif unsurların bir arada olması gerekir, objektif unsur olan sözleşmenin yapıldığı zamanda açık ara orantısızlık yoktur. Anlaşılan fiyat sözleşmenin imzalandığı döneme göre makuldur bilirkişi raporu da bunu desteklemektedir. Akabinde objektif unsur olan edimler arasındaki oransızlıkla birlikte karşı tarafın zor durumu, düşüncesizliği veya tecrübesizliğinin bir arada bulunduğu durumlarda gabin kurumu gündeme gelecektir. Bu ihtimaller de söz konusu değildir.
Olayda karşı taraf aşırı ifa güçlüğüne dayanabilir. Bu durumun şartlarına baktığımızda: Sözleşme kurulduktan sonra, tarafların edimleri arasındaki denge, borçludan sonuçları yüklenmesi istenemeyecek kadar büyük ölçüde bozulmuş olmalıdır, Edimlerin dengesindeki değişiklik sözleşme yapılırken öngörülemeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durumdan ileri gelmelidir. Ülkemizdeki öngörülemeyen enflasyon sebebiyle gayrimenkul fiyatlarında değer artışı söz konusudur. Bu değer artışı miktar olarak hayli yüksektir. Aşırı ifa güçlüğüne sebep olan olay borçludan da kaynaklanmamaktadır. Bunlara dayanarak borçlu sözleşmenin tekrar uyarlanmasını hakimden talep edebilir.